Ne zamandır yazmak istiyorum onu aslında, ne zamandır onunla ilgili cümle kurmak için kalem alıyorum da cesaret edemiyorum. Beraberinde boğazda bir yumru, gözlerde yaşarma da getiriyor getiriyor her defasında.

Nasıl acıdı canı, nasıl kaçıp gitmek istedi aslında o hastaneden, nasıl durdu öyle dimdik; belki de ağlamak istedi de tuttu kendini, bilmiyorum. Ama ben odasına girdiğim ilk anda ağlamaya başlamıştım bunu biliyorum.

Gözünüzün önünde biri eriyip gitti mi hiç? Benim gitti. Önce açınca ‘dünyalar kadar’ büyük olan ve hepimizi sarıp sarmalayabilen kollarına kablolar bağladılar. Sonra kapıyı çaldığımızda içeriden “Geldim geldim!” diyen sesi azaldı. Yerinden kalkmaması gerekti daha evin içinde bile sıkılıp kendini dışarıya atarken, bir yatakta devamlı yatması ne kadar zordu siz düşünün. Çok gerekmedikçe kalkıp bir yere gitmemesi gerekiyordu, bizi bırakıp da gitmemesi de gerekiyordu. En sonunda o her yere yeten adamın, organları ona yetmemeye başladı. Benim yaşam dolu dedem; ‘yaşam destek ünitesi’ diye bir şeye bağlandı ve biz daha “Nasıl yani?” bile diyemeden hayattan koptu.

Bunlar böyle anlatınca uzun bir süreç gibi geliyor ama o kadar kısa sürdü ki. İnsan kabullendi sanıyor, bekliyor sanıyor, hazır sanıyor. Ama sandığı gibi olmuyor. Nasıl baş edeceğini şaşırıyor.

Kötü ne olursa gece olur, karanlık da üstünü örter. İşte bazı gecelerde; herkes uyuduğunda elinde telefon, gözü saatte bekleyen insanlar vardır. Kalpleri korkuyla doludur. Sorun neyi beklediklerini, söyleyemezler bile. Kabul etmek istemezler çünkü içten içe. O kapı hiç çalmasın, yanlış hissetmiş olsunlar, bir an önce güneş doğsun isterler.

Sonra güneş doğar tabii ama bir de bakarsınız ki, sabahın ilk ışıklarında bir ellerinde telefon diğer ellerinde bir liste; “Cenazemiz var.” diye mesaj gönderiyor olurlar. Gece güne dönene kadar bir sürü şey de tersine dönmüş olur. Kocaman insanlar ağlarken, beklenmedik insanlar güçlü durabilirler. Bir vazonun yere düşüp dağılması gibi, insanın içi de dağılır.

Ben inanmadım. Annem geldi, ağladı; teyzem ağladı, inanmadım. Birileri geldi, bir şeyler söylediler, inanmadım. Sonra bir ses yankılandı; unutamayacağım sesler listesi yapsam en başa onu koymam gerekir. Önce adını söylediler dedemin, sonra selasını okudular, inandım. Bi ses geldi benden, hıçkırık sesiydi sanırım; sonrası hep bulanık bulanık.

Neyse bulanıklığı çok önemli değil, başa sarıp sarıp izlemek istediğim anlar bunlar değildi zaten.

Evde sıkılıp tek başına sinemaya gittiği gündü, beni okula bıraktığı sabahları, o sabahlar arabada yapılan konuşmalardı, giyinip erkenden koltuğunda bizi beklediği bayram sabahlarıydı, biriktirdiği gazete kuponlarıydı, hediye verdiğimizde yüzünde oluşan kocaman tebessümdü, hiçbir özel günümüzü atlamamasıydı, attığı tüm mesajların sonuna ‘-Dede’ diye eklemesiydi, “Çok güzel olmuş.” demek yerine eliyle yaptığı hareketti, defalarca beni yanına oturtup anlattırdığı telefon uygulamalarıydı; ‘vatsayt’ıydı hatırlamak istediklerim.

Ve bunların hepsini gayet net hatırlıyorum. Ne mutlu bana.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *