Bir şeye üzüldüğümde veya kızdığımda içimden ‘Bu da geçici, hepsi geçici.’ diye fısıldıyorum; genellikle de işe yarıyor, bazı durumlar dışında. İşte bu işe yaramaması durumuyla ve hapsolma hissiyle 2 sene önce tanıştım.

Gerçekten bazen olmuyor. Zaman akmıyor, geçmiyor, açılan yaralar kabuk bağlamıyor, sızısı da azalmıyor. İlerlemek çok zor geliyor, geriye de alınmıyor ve ‘o an’da kalakalıyoruz. 2 yıl olmuş. Tam 2 yıl, bir sürü gün geçmiş de aslında geçmemiş. Aynı günün başka anlarında kalmışız biz. Babam başka yerinde, halam başka, amcam başka, ben başka, Hande başka, Özge başka. Aslında aynı gün ama “21 Aralık 2016” dendiğinde gözümüzün önüne gelen o ilk an başka. Bir parçamızı bırakmışız, ilerlesek de aslında hep oradayız; eksik devam ediyoruz. Tam olmuyor.

Amcamlara gidiyoruz, tekli koltuğa oturmuş bekleyen biri olmuyor, bilmem kaç yüzüncü bölümüyle gündüz kuşağı dizilerini sesini sonuna kadar açıp izleyen biri de olmuyor, kumanda kavgaları çıkmıyor, Hande oflayarak odasına çıkıp kapıyı çarpmıyor, yemek yerken havuçlarını ayıran kimse olmuyor, son 2 senedir kimse babama aldığı arabaların yüksekliği sebebiyle kızmıyor. Eve girince solunum cihazının sesi eksik kalıyor, onun kendi gülüşünün sesi de eksik kalıyor, geride kalanlar daha da eksik kalıyor. Böyle eksik hissettiğim anlarda -şu an gibi mesela- kendime hatırlattığım bir şiir var;

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan,
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol,
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol,
Birçok giden memnun ki yerinden,
Çok seneler geçti dönen yok seferinden.”

Umarım yerinden memnunsundur ve bulutların üzerinden bizi izleyip gülümsüyorsundur, başımı yukarı kaldırıp ben de gülümsüyorum. Seni çok özlüyor ama daha çok da seviyorum. ❤️

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *