Kadınlar ve Çocuklar Sadece Filmlerde Önceliklidir

Türkiye, içine devamlı su doldurulan ağzı kapalı cam bir fanustur, en başında da kadınlar ve çocuklar boğulurlar.

“İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni okumuştuk 4. sınıfta, ‘Yaşama Hakkı’ diye bir madde vardı, çok garibime gitmişti bu tabir. Bir insanın yaşayabilmesini bile koruma altına almak gerekmemeliydi. Gayet basitti, doğuyor ve yaşıyorduk. Ya da o zaman bana öyle gelmişti.

Sonra büyüdüm; insan büyüyünce haberlerin altındaki yazıları daha hızlı okuyabiliyor, hiçbir şey kaçmıyor gözünden. Bir haber geçti, Özgecan Aslan diye bi abla vardı, öldürülmüştü. Tüm ülke birden ayağa kalktı. Kalktı kalkmasına ama işin garip yanı geri oturması da kısa sürdü. Ateş düştüğü yeri kül etti, biz üstümüze sıçrayan külleri silkeledik, hayat ‘devam’ etti.

Sonra biraz daha zaman geçti, o tarihten bu tarihe belki adını bile duymadığımız, belki gazetelerin 3. sayfalarında küçücük yazılmış, belki de 30 saniyeliğine bir ana haber bültenine konu olmuş bir sürü kadın öldürüldü. Biz sadece deve/cüce oynar gibi oturup kalktık ara sıra.

Ve daha kötüsü, çocuklar. Rabia Naz var mesela, daha 12 Nisan 2018’de küçücük bedeni ağır yaralı bulundu evinin önünde; kısa bir süre sonra gözlerini kapattı hayata karşı. Ailesine kocaman bi acı bıraktı, onlar da peşine düştüler. Babası inanmadı, akıl hastası raporu verildi. Aslında hepimiz akıl hastası olduk Rabia Naz’ın babasıyla birlikte. Bu kadar kötülük olamazdı, bu çok fazlaydı; ama yetmedi, arttı.

Leyla vardı mesela, belki gözünüzün önüne gelir mavi gözleri, artık onlar da kapalılar. Daha göreceği, yaşayacağı bir sürü şey varken uçup gitti. Eylül var, Irmak var, Pelda var, Gizem var, Arda var, veya yine bir sürü bilmediğimiz isim. Hepsinin ortak noktaları ‘aniden ortadan kaybolma’ları. Son 8 yılda 104.000 çocuk aniden ortadan kaybolmuş. Hepsi farklı, hepsinin daha bir sürü güzel anı biriktirmeleri gerekiyordu, olmadı.

Elimizde sosyal medya vardı, ‘Üzgünüm.’ demenin de farklı yolları çıktı böylece. Profiller karartıldı, storyler paylaşıldı, resimler atıldı, altına bol ünlem içeren yorumlar yazıldı, tweetler havada uçuştu. Yine kısa sürdü.

Bu ülkede, sosyolog Dicle Koğacıoğlu ‘Çok acı var dayanamıyorum.’ diyerek hayatını sonlandırdı.

O kadar fazla doldu ki su aslında, hep birlikte boğulduk.

Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi;

Biliyor musunuz? Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim!’

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *